NE ALABİLİRİM Kİ?

Bir hediye almak istiyordum. Çok sevdiğim bir arkadaşıma vermek için.

Sokakları dolaştım durdum. Ayaklarımı sürükleyemez duruma gelinceye dek. Şöyle çok güzel, sevecen ve içten olmalıydı alacağım hediye. Hediyemi sunduğumda, açınca kutusunu, gözleri ışıldamalıydı. Çok sevindiğini, dudaklarındaki gülümsemeden, gözlerindeki ışıktan anlamalıydım. "Ne alabilirim acaba?" diye çok düşündüm... Dükkanların vitrinlerine bakarken, araba kullanırken, yolda yürürken, aklımda hep "Güzel bir şey olsun" düşüncesi vardı. Bu düşünce beni kucaklamış, bunaltıyordu. "Ne alabilirim acaba?" diyordum hep...

Deniz kıyısında yürürken, kabaran köpük köpük dalgaların kıyıyı okşayışını toplamak istedim... Gökte süzülen, avını yakalamak için denize pike yapan martıların sevinç çığlıklarını yakalamak istedim... Sabahın erken saatlerinde ormanda, ağaçlar arasında dolaşıp, bülbüllerin şakıyarak güle seslenişlerini saklamak istedim, o sonsuz sevgiyi anımsayarak... Ovalarda gezindim. Kavak ağaçlarının yaprakları arasındaki rüzgarın, sevgiyi fısıldayışını dinledim... Yüzümü göğe kaldırıp, çiseleyen yağmur taneciklerinin yüzümü okşayışını hissettim, yüreğim serinlerken... Bu doğal sevginin saf belirtileri bile yetersiz kaldı. Benim alacağım hediye çok daha güzel olmalıydı... Doğal saflıktan bile güzel, ondan daha saf ve temiz...

Ne alabilirim ki...

Bir ara, "Göz yaşlarımı biriktireyim" dedim. Hani şöyle sevinince, göz pınarına doğru süzülen, o bir kaç damla sevinç göz yaşı vardır ya, işte onları vereyim istedim...

Bir ara, "Yüreğimdeki kıpırtıyı sunayım" dedim. Şu insanın içini kabartan, heyecandan dudakları titreten kıpırtıyı bilirsiniz. İşte onu vermek istedim...

Ellerimle işlediğim çamuru, çamurda biçimlenen duygularımı, kalemimle kağıtlar üzerine karaladığım resimlerdeki karışık düşüncelerimi sunmak istedim...

Gözlerimden fışkıran, yüreğimdeki duygularla alev, alev çakan, bakışlarımı vermek istedim...

Yetersiz oldular. Daha güzel bir şey bulmalıydım. Herşeyden daha üstün, daha yüce olsun...

Baktım ki hiçbirini veremiyeceğim. Köşe başındaki bakkala gittim. En acısından, en büyüğüceğinden bir kutu çikolatayı gazete kağıdına sardırdım. Küçük bir naylon poşet içinde sallaya sallaya götürdüm ona:

- Bunu çok seviyorsun.

diyerek uzattım torbayı.

Çikolatayı sarılan kağıttan çıkarıp bir güzel yedi. Ağzını şapırdatarak. Dudaklarına bulaşanı, diliyle yalayarak. Sevinçten gözlerinin içi gülerken ona baktım, hafifçe gülümseyerek. O çikolatayı almadan neleri düşündüğümü bir bilse, bir bilse neleri almak istediğimi...

Sonra geldiğim yoldan, yerdeki çakıl taşlarına papucumun ucuyla vurarak, arada sekerek geri döndüm. Kulaklarımda duyduğum müziğin ritmine uygun olarak bir de şarkı mırıldanmaya başladım:

    Biliyorlar mı acaba,
    Dünyanın sonunun geldiğini?
    Senin sevgini kaybettiğimde
    Son bulduğunu...

Gözlerim uzaklara, ufukta gökyüzüyle kucaklaşan denize bakarken, yürüdüm uzun kıvrılan yol bolunca... Bir yanda denizdeki dalgalar kıyıları okşuyor, diğer yanda bülbüller şakıyor...

"Hepsi çok güzeldi ama, çikolata çok daha iyi oldu. Belki de benim vermek istediklerimi anlamazdı. Hiç olmazsa şimdi, severek yedi çikolatayı" dedim kendi kendime...

tasarım:mühendis